
Fuzuli’nin Şikâyetnamesi[1]
Ali Marufoğlu
Sayın meslektaşlarım: çoğumuzun şikâyetname dediği eser aslında Bağdat valisi “Nişancı Paşa” ya sunulan hususi bir “mektup” tur. Bana kalırsa şu mektuba şikâyetname değil uyarı demeliyiz. Ne var ki Fuzuli’nin kalem ustalığındaki eşsizlik ve cesaretini saptayan şu nadir eser Osmanlıcadan çevrilmeyince yazarının cevheri anlaşılamaz bu ümitle hemen kolayca anlaşılan bir üslupla özet çevirisine geçiyorum.
“Nişancı Paşaya sunulan mektup”
“Vali” ye hitaben şöyle başlıyor: ulu tanrı yarattıklarının geçimi için dünya evini vakıf hazinesi seçmiştir her şahsın yararlanması içinde şu gayb hazinesinin anahtarlarını sultanlara ısmarlamıştır. Kaldı ki ben müptela maddeye sırt çevirip mana âlemini seçmişken üstümü uzlet elbisesi ile bezeyip, başımda kanaat tacı ile süsleyerek yoksulluk dünyasının hâkimi mutlağı sanmışken “temellükten mahrumlar melekûtun ısrarına ulaşmaz” diyen “ilham peri” sine inanınca istidadıma güvendeyim ve devlet dairelerinden bir vazifeye özendim. Ne yazık ki dokuz Eflak’ın varını hiçe sayıp ayağımla iterken dokuz akçelik maaş ile bir vazifeye boyun eğip sultanın muvaffakiyetini bekleyip durdum. Nihayet mübeşşirler beşaret getirdiler ve muvafakati içeren sultanın “berat”ını yitirdiler. Berat ama berat! Yazısının amber siyahı “vel leyli ize sece” kâğıdının kâfur beyazı “el subuhu ize tecelle” fatiha kerimi “huvel hak kül Mübin” ve hatime hekimi “vel akıbeti lil muttakin” içerdiği manayı selimi “zalike fadlullahi yu’tihi men yeşau vallahu zül fadlil azim” ve kafiye rahmi “innehu min Süleyman ve innehu bismillah ir rahman ir rahim”.
Sevincimden kendimi tutamayıp hemen şu beyti okudum:
Nefsime anınla yeten zevkten oldum agâh
Külte inni leke heza ma kalet hüve min inde Allah.
Elimde olmadan ümit tam ile durdum berat elimde evkaf müdürüne yüz vurdum. Müdür yoktu döndüm çaresiz belagat divanına tehaccüm ettim pervasız. Bir cemi gördüm orda hali perişan ne sözlerinde sefa var ne doğruluktan nişan. Kimi serasime kimi tembel mi! Tembel! (Ulâike kel en’ami bel hum edallu) selam verdim rüşvet değildir diye almadılar hüküm gösterdim faydasızdır deyip mültefit olmadılar… Gerçi muti’ göründüler kel ahbap ama sükûtları verirdi en çirkin cevap. Dedim: çehreniz niçin bu kadar abustur? Dediler: devamlı âdetimiz budur dedim tekaüt için bana berat vermişler. Dediler: ey miskin günahına girmişler ki devâirde boşuna cidal edesin, ne mübarek yüzler görüp ruha melal veresin. Dedim “berat” yemin hükümü niçin yürümez? Dediler zevaittir icra kılınmaz. Dedim böyle evkaf zevaitsiz olur mu? Dediler: masraftan artarsa bizden arta kalır mı? Dedim devlet malını aşırmak hem haram hem de vebaldir! Dediler akçemizle satın almışız bize helaldir. Dedim: bu suçun hesabı vardır ukabı daha çok! Dediler: korkmayız razıdır mafevk!
Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler, berat yemin hükmünü yürütemezler, meyus ve mahrum çekilirken uzlet haneme dedim ahvali bildireyim bari hâkim âmma.
Hüdâvende: ey hâkimi âmm Fuzuli’nin istidadı sizce besbelli, yücedir himmeti kısaysa eli cömerttir, gönlü yüksektir nefsi, geri veriyor elin berat nefisi. Fuzuli’yi gözden düşürmüş meğer dilenciden Beha’imden daha da beter… Beyit:
Derken şu hikmet geldi de dile
Ne güzel demiş şahin bülbüle
Gerektir herkes rütbesin bile
“Sar” çın avcılık bülbül çin çile
Başmaksız sapılmaz dikenli yola
Gerektir yolcu haberdar ola.
[1] Ali Maruf oğlu, Yurt gazetesi. Sayı, 1276. 15 Ekim 2001 Bağdat